(Yazıyı şu link fonda çalarken okuyun, kendinizi Sunay Akın zannedeceksiniz :))
Henüz 14, 15 yaşlarında bir çocuk… Çocukluğundan, gençlik
günlerine geçmekte olan… Sol ayağı çocukluğunda, sağ ayağı gençliğinde, adımını
atmak üzere bir çocuk… Yaşından büyük laflar eden, konuştuğunda kendini
etrafına dinlettirebilen bir çocuk…
Birgün evden ayrılıyor. Annesine ‘’Birkaç günlüğüne bir
arkadaşımla gezintiye çıkıyorum, merak etme beni, kısa zamanda dönerim’’
diyerek ayrılıyor. Annesi her ne kadar gitmesini istemese bile, engel
olamayacağının farkında. Biliyor oğlunu, tanıyor. ‘’Macera düşkünüdür, haber
vermiş olması bile şaşırtıcı’’ diyor.
Arkadaşı ile birlikte gittikleri San Lorenzo’da gönüllerince
geziyor, eğleniyorlar. ‘’Rosario’aya benziyor bu şehirde fakat daha farklı bir tadı var buranın’’ diyorlar.
Ayrılmalarına 3 gün kala genç çocuk annesine mektup yazıyor. ‘’Çok eğlendik, 3
gün sonra yola çıkıyorum, en kısa zamanda Rosario’dayım’’
Annesi mektubu alıyor. Oğlunun geleceğine sevindiği kadar,
iyi olduğuna da seviniyor. Başını belaya sokmadan duramaz çünkü. Kanı
damarlarında, fokurdayan bir çocuk...
Beklenen günde dönmüyor eve, anne telaşlı. Kapı çalınıyor,
tam oğlunun geldiğini düşünürken bir mektup daha… Bu kez korkuyor ve o korkuyla
açıyor mektubu.
‘’Anne, 3 gün sonra yola çıkacağımı söylemiştim, biliyorum.
Fakat burada bir futbol turnuvası düzenlendiğini duyduk ve arkadaşımla
katılmaya karar verdik. Kazanan takıma iyi bir para ödülü vardı. Ben, bir
takımın kalecisi oldum, arkadaşımsa diğer takımın forvet oyuncusu. İkimizin
takımı da çok iyi gidiyordu. Nasıl gitmesin ? Bilirsin, benim oynadığım takım
gol yemez, onun oynadığı takımsa gol kaçırmaz.
Final maçına kadar karşılaşmadık onlarla. Sonra final maçı
geldi çattı. Ben kaledeydim, o forvette. Farklı takımlarda ama yine yan
yanaydık, yakındık. Bizim takım 1-0 öne geçti. Maçın son dakikaları gelmişti,
kazanmaya çok yakındık. Fakat son dakikada, rakip takım bir penaltı kazandı.
Penaltı için topun başına arkadaşım geçti. Böyle durumlarda ne kadar hırslı
olduğunu bilirsin. Golü atma isteğini gözlerinden okuyabiliyordum….’’
diye devam ediyordu mektup. O penaltı gol olmadı. Kaledeki
‘’genç çocuk’’ kurtardı penaltıyı. Takımı şampiyon oldu ve ödülü kazandı.
Herkesin çocukluğunda mahallelerinde de oynadığı maçlar , kurtardıkları
penaltılar ve attıkları goller çok önemliydi. Fakat bu penaltı, daha da
önemliydi. Bu penaltı gol olsa, bugün belki, Küba diye bir devlet olmayacaktı.
O ‘’genç çocuk’’…
O genç kaleci...
Ernesto Che Guevera…
(Hikaye tabii ki Sunay Akın üstaddan ben sadece kendimce biraz değiştirdim).
2 yorum:
hocam eline sağlık, bizim grupta da paylaştım, bu arada 8 numaralı ispanya formasını da ekleyebilirsin koleksiyona, malum milli takımda değişiyorlar forma numaralarını.
Hmm bak doğru Xavi'yi eklemek istiyordum ama 8 giymiyor diye ekleyememiştim, İspanya'da giyiyor dimi, eyvallah sağol
Yorum Gönder